Değişen Türkiye’de Avukatlık Çalıştayı

Değişen Türkiye’de Avukatlık Çalıştayı

26 Mart 2016 Cumartesi günü Ankara’da Hukuk ve Değişim Derneği tarafından “Değişen Türkiye’de Avukatlık” isimli bir çalıştay düzenlendi. Çalıştay boyunca Avukatlık mesleğinin sorunları ve çözüm önerileri üzerine müzakereler yapılarak rapora dönüştürüldü. Çalıştayın açılışında TBMM KİT Komisyonu Başkanı, AK Parti MKYK Üyesi ve Ankara Milletvekili Fatih Şahin bir konuşma gerçekleştirdi. Şahin’in konuşması şöyle:

Sayın Milletvekili Arkadaşlarım, Sayın Bakan Yardımcım, Kıymetli Meslektaşlarım,

Hukuk ve Değişim Derneği’nin düzenlemiş olduğu “Değişen Türkiye’de Avukatlık Çalıştayı”na hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Bugün burada Avukatlık mesleğinin sorunları ve çözüm önerilerini konuşacağız.

Çalıştayın mesleğimize ve tüm hukuk camiasına hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Emeği geçenlere, başta dernek başkanımız ve yönetim kurulu üyeleri olmak üzere, çok teşekkür ediyorum.

Hepimiz yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil etmekteyiz.

Amacımız adaletin tecelli etmesine hizmet etmek.

Bunun için hukuki bilgi ve tecrübelerimizi adalet hizmetinin ve kişilerin istifadesine sunuyoruz.

Hiç şüphesiz çok ciddi ve acil çözüm bekleyen sorunları var mesleğimizin.

Bütün bunları öğleden sonra yapacağımız oturumlarda uzun uzun müzakere edeceğiz.

Gerçekleştireceğimiz bu beyin fırtınasından önemli sonuçlar elde edeceğimize inanıyorum.

Hiç şüphesiz bu sonuçlar yargı bürokrasisine ve parlamentoya ışık tutar mahiyette olacaktır.

Çalıştayı takip eden çok sayıda milletvekili meslektaşımızın olmasının, mesleki sorunlarımızın çözümü için önemli bir avantaj olacağını düşünüyorum.

Değerli katılımcılar,

Mesleki sorunlarımızın yanında, genel olarak kurucu unsurlarından olduğumuz yargı dünyasının, hukuk dünyasının ve içinde yaşadığımız toplumun ciddi ve kayıtsız kalamayacağımız sorunları var.

Bu sorunların başında hiç şüphesiz Anayasa sorunu gelmektedir.

İnsan onuruna dayanan, demokratik, özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu, zamanın ruhunu yansıtan, bireyi önceleyen, kuvvetler ayrılığı prensibini tam anlamıyla hayata geçiren, darbe ve vesayet izi taşımayan sivil bir Anayasa kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır.

Anayasalar devlet vatandaş ilişkisini düzenleyen sosyal sözleşmelerdir. Kişilerin hak ve hürriyetlerini güvence altına alırlar. Bir devletin anayasasına bakarak devlet sistemi hakkında, hükümet sistemi hakkında, hukuk sistemi hakkında bilgi ve fikir sahibi olabiliriz.

Ancak bizde anayasaların sosyal bir sözleşme, bir mutabakat metni olarak değil, bir dayatma olarak halka dikte edildiğini görmekteyiz.

Maalesef bu topraklarda hiç bir zaman demokratik yöntem ve usullerle bir anayasa yapma imkânımız olmadı.

Bu manada en sağlıklı tartışma zemininin 1876 Kanuni-Esasi öncesinde oluştuğunu söyleyebiliriz.

1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Kurtuluş Savaşı’nın olağanüstü şartlarında, o dönemin ihtiyaçlarını karşılamak için yürürlüğe girdiğini söyleyebiliriz.

1924 Anayasası kurtuluş mücadelesinden yeni çıkmış genç bir devletin anayasası olarak karşımıza çıkmakta.

1961 Anayasası, 1950’deki Beyaz Devrime son veren, demokrasiyi rafa kaldıran 27 Mayıs darbesinin bir ürünü olarak, bir intikam anayasası olarak tarihimizdeki yerini aldı.

27 Mayıs darbesi de, bu darbenin ürünü olan 61 Anayasası da bu ülke için kara bir lekedir, bir utanç vesikasıdır.

Bugün yaşadığımız birçok sorunun temelinde 61 Anayasası ve bu anayasanın getirdiği vesayet kurumları bulunmaktadır.

Atanmış üyeleri ile Senato,

Parlamentoyu vesayet altına almak amacıyla kurgulanmış Anayasa Mahkemesi,

Siyasi iktidarı boyunduruk altına almak amacıyla kurgulanmış MGK,

Ekonomik tanzim için kurulmuş OYAK,

vesayeti kurumsallaştıran yapılar olarak 1961 Anayasası ile vücut bulmuşlardır.

1924 Anayasasında “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti bunu TBMM aracılığıyla kullanır” denilirken 1961 Anayasasında Türk Milletinin egemenliği “yetkili organlar eliyle” kullanacağı ifade edilmiştir.

En ciddi sorun da burada yatmakta. Bu yetkili organlar gün geldi silahlı kuvvetler oldu, gün geldi MGK oldu, gün geldi Anayasa Mahkemesi veya diğer yüksek yargı organları oldu.

Anayasa geleneğimize ve hukuk sistemimize yerleşmiş halka güvenmeyen bu vesayetçi anlayış, bugün tartıştığımız sorunların temelini teşkil etmektedir.

1982 Anayasası da bu vesayetçi ve darbeci anlayışın bir ürünü olarak hala yürürlüktedir.

Yapılan birçok anayasa değişikliği ile bir çok maddesi değiştirilmiş olmasına rağmen, darbeci ve vesayetçi taşıyıcı kolonları hala ayaktadır.

Bu darbeci ve vesayetçi ruhu, zihniyeti tarihe gömmenin, hukuk devletini gerçek anlamda tesis etmenin yolu, toplumun tüm kesimlerinin katılımı, katkısı ile yapılacak yeni bir Anayasadır.

hddhbr1

Değerli katılımcılar,

Yeni Anayasa tartışmalarının ayrılmaz bir parçası da Hükümet Sistemi tartışmalarıdır.

Hükümet sistemi tartışmalarının tarihi, anayasacılık tarihimizle neredeyse örtüşmekte.

Parlamenter monarşi ile başlayan, daha sonra parlamenter cumhuriyet ile devam eden hükümet sistematiğimizin bu toprakların yaralarına ne derece merhem olduğunu hepimiz biliyoruz.

Maalesef bu sistem sürekli kosa, krize, ekonomik ve siyasal istikrarsızlığa, kısa ömürlü ve kırılgan koalisyonlara, şiddete, teröre, toplumsal gerginliklere ve sokak olaylarına kapı aralamıştır.

Yürütmenin, yasamanın içinden çıkması hasebiyle parlamenter sistem, siyasal meşruiyet açısından da zayıf bir sistemdir.

Tüm bu sorunlar ülke meselelerini kronikleştirmekte siyasetin ve siyasetçinin itibarını zedelemektedir.

Temel erkler olan yasama ve yürütmenin arasındaki ilişkinin nasıl olacağı ve yürütmenin tek başlı mı yoksa çift başlı mı kurgulanacağı sorularına cevap arayan hükümet sistemi tartışmaları maalesef sağlıklı şekilde yapılamamakta.

Tartışmada maalesef spekülatif önermeler öne çıkmakta, bilinçli bir şekilde kafa karışıklığı yaratmak için manipülatif argümanlar kullanılmakta.

Bir dezenformasyon bulutu içinde kamu tartışmaya çalışmakta.

Bu manipülasyonlar üç noktada yoğunlaşmakta.

Birincisi Federalizm Tehdidi Etrafında Yapılan Manipülasyonlar

Hükümet sistemleri ile devlet sistemleri arasında bir zorunluluk, mecburiyet ilişkisi olmadığını siz meslektaşlarıma uzun uzun anlatacak değilim.

Hükümet sistemlerinden herhangi birisini seçen bir ülkenin, zorunlu olarak devlet sistemlerinden birini seçmesi söz konusu değildir.

Bu nedenle Başkanlık Sistemi’ne geçersek, üniter yapımızın ortadan kalkacağı, federal sisteme geçeceğimiz söylentileri koca bir yalandan ibarettir.

İkincisi Tek Adam Tartışmaları

Önce şu tespiti yapmamız gerekiyor: Parlamenter sistem hiçbir zaman sağlıklı işleyen bir demokratik sistem sunmadı bize. Siyaset dışı güçlerin devreye girmesine sebebiyet verdi.

Bir hükümet sistemi hiçbir zaman kendi başına antidemokratik bir yapıyı ortaya çıkarmaz.

Sistemin barındırdığı denge ve kontrol mekanizmaları bu noktada devreye girmekte. Bunların yeterliği veya yetersizliği sistemin demokratik mi yoksa tek adam sistemi mi olacağını belirlemekte.

Ayrıca her sistemin kötü uygulayıcılar elinde antidemokratik formlara bürünebileceğini unutmamak, bunun için gerekli tedbirleri almak lazım.

Üçüncüsü Başkanlık Modelini Cumhuriyet Karşıtlığı Olarak Sunmak

Başkanlık da, Yarı Başkanlık da, Parlamenter Sistem de, Cumhuriyettir; halkın kendi kendisini yönetmesidir. Başkanlıkta hem yasama, hem yürütme ayrı ayrı ve doğrudan halk tarafından seçildiği için, cumhuriyet ilkeleriyle ve demokratik ilkelerle çok daha uyumludur.

Maalesef ülkede bir hükümet sistemi fetişizmi yaratılmakta. Parlamenter sistemin zaaflarından yararlanarak siyasal, sosyal ve ekonomik çıkar elde edenler, bırakın sistemi değiştirmeye, sistemi tartışmaya dahi yanaşmamakta. Çünkü eğer güçlü ve millet iradesinin daha belirleyici olduğu başkanlık sistemine geçilirse bu imtiyazlarını kaybedeceklerini bilmekteler.

hdd3

Her ülke kendi siyasal, tarihsel, hukuksal ve idari yapısına, kendi gelecek tasavvuruna ve ekonomik hedeflerine en uygun olacağını düşündüğü hükümet modelini seçebilir ya da kendi modelini üretebilir.

Sahip olduğumuz tarihsel ve coğrafi derinlik bize bu imkânı sunmakta.

Dolayısıyla yeni anayasa ile birlikte hükümet sistemi problematiğini de çözmeyi ümit ediyoruz.

Hızlı ve etkin karar alma mekanizmalarını barındıran, çok başlılığı ortadan kaldıran, keskin kuvvetler ayrılığı prensiplerine dayanan bir başkanlık sistemi ülkemizi hedeflerine daha hızlı bir şekilde taşıyacaktır.

Yeni Anayasa’ya hayır diyen yok. Bu manada toplumsal bir beklentinin de oluştuğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Hem siyasetçiler olarak hem de hukukçular olarak toplumun talebine kulak vermeliyiz.

Artık darbe ürünü bu anayasa ile yürümemiz, yol almamız mümkün değil.

Baktığımızda tarihimizi, kültürümüzü, medeniyetimizin izlerini, demokrasiyi ve insan haklarını görebileceğimiz yeni bir anayasa pekâlâ mümkün.

Sözlerimin sonunda yeniden kısaca mesleki sorunlara değinmek istiyorum. En can alıcı sorunların başında Baro seçimleri ve adaletli temsil gelmekte.

Seçimlerdeki blok liste yöntemi çoğulculuğa ve katılımcılığa engel olmakta.

Hem baro hem de Türkiye Barolar birliği seçimlerinde nispi temsil sistemi getirilmesine geçmemiz gerektiği konusunda sanırım bir çoğumuz hemfikiriz.

TBB Başkanını delegelerin değil tüm avukatların doğrudan seçmesi demokrasi ve meşruiyet açısından kaçınılmaz.

Baro yönetimlerinin görev süresinin arttırılması, TBB yönetimlerinin görev süreleri ile uyumlu hale getirilmesi tartışmamız gereken bir diğer konu olarak karşımızda durmakta.

Geldiğimiz noktada çağın gerekliliği olarak meslekte kurumsallaşma ve uzman avukatlık meselesini tartışmamız gerekmekte.

Yine hukuk eğitimi, meslek stajı ve mesleğe kabul önemli ve tartışılması gereken bir sorun.

Kamu avukatlarının ve ücretli çalışan avukatların da sorunlarına çözüm önerileri getirmek durumundayız.

Avukatın ceza, hukuk, disiplin sorumluluğu yine masaya yatırılması gereken bir sorun başlığı.

Mesleki sorumluluk sigortası ve hukuksal koruma sigortası, vergilendirme, CMK ve Adli yardım gibi başlıklar da yine çözüm üretmemiz gereken başlıklar olarak bizleri beklemekte.

Şüphesiz mesleğimizin tüm sorunları bunlardan ibaret değil; ancak öne çıkan ve acil çözüm bekleyen sorunlarımızın bunlar olduğunu söyleyebiliriz.

Aslında sorunların yoğunluğu ve çözümlerin aciliyeti, 1969 tarihinde yürürlüğe giren ve artık günümüzün ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kalan Avukatlık Kanunu’nun da tıpkı 1982 Anayasası gibi, tıpkı parlamenter sistem gibi miadını doldurduğunu göstermekte.

Umarım en kısa zamanda yeni bir avukatlık kanununu mesleğimize ve ülkemize kazandırma fırsatı yakalarız.

Bu duygu ve düşüncelerle bir kez daha bu çalıştayın gerçekleştirilmesinde emeği geçenlere teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.