Çanakkale Mirası

Çanakkale Mirası

Ankara Milletvekili Fatih Şahin, 18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 99. yılı münasebetiyle bir yazı kaleme aldı.

 

Çanakkale Savaşı, üzerine ölü toprağı serpilmek istenen bir ruhun, yürek yakan bir şahlanışla yeniden diriliş hikâyesidir.

Her millet kendi tarihini yazar. Milletlerin tarihinde öyle olaylar vardır, bir ülkenin, bir kıtanın sınırlarını aşar, evrensel bir kimliği ortaya koyar. Bu kimlik, aynı şemsiye altında birleşen insanların ortak kaderini, ortak değerini temsil eder. Çanakkale’de şahit olduğumuz tablo, bir değerler manzumesinin aynı potada erimesidir. Millet anlayışımız, Çanakkale’de “vurulup tertemiz alnından, uzanmış” yatan şehitlerimizin “bir hilâl uğruna” özünü, kökünü toprağa tohum diye saçtığı ruhtur. Canıyla, malıyla, duasıyla İslam kardeşliğinin eşsiz numunelerinden birini sergileyen Müslümanlar, iki ordunun değil, iki medeniyetin mücadelesi olan Çanakkale Savaşı’nı bu ortak duyguyla kazanmıştır.

Çanakkale ya geçilseydi!

Türk askerini yalnız bırakmayan düşünce, yeryüzünü kendine mescit olarak gören bir peygambere inanan milyonlarca insanın verdiği ortak bir mücadeledir. “Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber” inancıyla ortaya konan bu mücadele, “Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. Hiç ufak bir fütur bile göstermiyor… Okuma bilenler, ellerinde Kur’ân-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar… Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruhtur” şeklinde tezahür eden bir mertebede gerçekleşmiştir. Gidenlerin şehitliklerdeki mezar taşlarında çıplak gözle seyredebileceği bu iftihar tablosu, yedi düvele karşı inancını, ahlakını, tarihini, kültürünü, medeniyetini savunanların “Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran” cesaretidir. Elbette ki bu zafer insanlığa adalet, ahlâk ve kardeşlik ortamı sunan, bütün bir kâinatı peygamber zarafetiyle kuşatan İslam medeniyetine mihmandarlık yapan, İstiklal şairimiz Mehmet Akif’in “Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhîdi” diyerek övdüğü asil milletimizin cesur karakterinin ürünüdür.

Çanakkale Zaferi, yalnız bu toprakların değil bütün dünyanın kaderini etkilemiştir. 1963’te ölen, Çanakkale Savaşı’nda Britanya Bahriye Nazırı olan Churchill, şöyle diyor: “Biz Çanakkale’yi geçemedik. Yenilmez donanmamızın üçte biri sulara gömüldü; üçte biri kullanılamaz duruma geldi. Biz boğazı geçemediğimizden savaş iki buçuk yıl uzadı. Bu zaman zarfında sekiz buçuk milyon Avrupalı öldü. Rusya komünist oldu. Rusya komünist olurken otuz milyon insan öldü. Daha sonra Rusya, Çin’i komünist yaptı; Çin komünist olurken elli milyon insan hayatını kaybetti. Biz boğazı geçemeyince, Müslümanlar, diğer Asyalı ve Afrikalı milletler gücümüzden şüphe etmeye başladılar. Şüphe onlara ümit verip harekete geçirdi. Biz Hindistan’ı, Pakistan’ı, Bangladeş’i, Arap ülkelerini elimizde tutamadık. Hollanda Endonezya’yı, Belçika Kongo’yu, hasılı Avrupalılar sömürgelerini kaybetmek zorunda kaldılar. Bu başarısızlık da beni yirmi beş yıl politikanın dışına fırlattı.”

1914 yılının Kasım ayında Çanakkale’ye gelenler, “Bir zamanlar Viyana kapılarından Kudüs’e kadar uzanmış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun her bir köşesinde kemikleri dağılıp kalmış Ortaçağ Şövalyeleri’nin öcünü almak” isteyenlerdir. Çanakkale’de olan biten, “Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ” yedi düvelin, karnındaki Haçlı esrarını hayâsızca Mehmetçiğin karşısında dökmesidir. Bu menfur niyetlere karşı, Çanakkale’de tarihin akışını değiştiren milletimiz, yalnızca Anadolu coğrafyasının değil, Asya’nın, Afrika’nın, Ortadoğu’nun “namusunu çiğnetmeyecek” bir kahramanlığa imza atmıştır. Dünyanın her yerinden 2,5 milyona yakın insanın, her yıl Çanakkale’ye, kendilerine namuslu bir yaşam bırakan şehitlerini ziyarete gelmesi bu kutsal mirasın tezahürüdür.

Millî Mücadele’yi başaran, etnik kökenleri farklı amaçları aynı olan insanlardan oluşan Millet Meclisi’ni 1920’de kuran da işte bu ruhtur. Bu ruh, gücünü kuvvetini kendi topraklarından, medeniyetinden alan, bu topraklardaki gücün farkında olan ve geleceğini buna göre planlayan, kurgulayan bir neslin müşterek değerlerine işaret eder. Mevlâna’nın, Yunus Emre’nin mayasını attığı bu ruh, Şeyh Edibali’nin rehberliğinde hayat bulmuş, Akşemseddin’in ferasetinde Fatihler çıkarmış, Çanakkale’yi yıllar öncesinden düşman saldırısına karşı donatan Abdülhamid’in dehasında cihanşümul bir basiret ortaya koymuştur. Mehmet Akif’in “Asım’ın Nesli” de bu ruha sahiptir, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu Gençliği” de, Sezai Karakoç’un “Diriliş Nesli” de. Bu ruhta, bu toprakların gücü, enerjisi, medeniyeti mevcuttur.

99 yıl önce Çanakkale’de yeniden dirilen medeniyet şuurumuz, Cumhuriyet tarihi boyunca belli kesimler tarafından, kasıtlı olarak unutturulmaya çalışılan tarihimizi ısrarla sahiplenerek, Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran bu yüksek ruha sahip çıkmıştır. Millet bilincimizin, medeniyet tasavvurumuzun müdafîi olan bu anlayış, resmî ideolojinin köklerimizden koparmaya yönelik her türlü projesine karşı aynı tarihî şuurla direnmiştir. 21. asra girerken tarihimizin, medeniyetimizin, kültürümüzün mirasına sahip çıkan milletimiz, karakteri olan bağımsızlığına bir daha müdahale edilmesine müsaade edilmeyecek şekilde yeniden tarih sahnesine çıkmış ve Çanakkale’de yaşayan ruhu yeniden diriltmiştir.

Tarihe sığmayan ruh

21. asırda ülkemiz; ağırlıklarından, yüklerinden, prangalarından kurtulmak adına millî iradenin gücünü esas alarak, devraldığı ecdâd mirasına yakışanı yapmaktadır. Tıpkı Çanakkale’de olduğu gibi, Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Arnavut, etnik kökeni ne olursa olsun herkesin eşit haklara sahip olduğu bir Türkiye inşası için iradesini ortaya koyan milletimiz, Müslüman kardeşlerini yalnız bırakmayarak Çanakkale’ye gelen tüm dünya Müslümanlarına kapılarını açmış, tıpkı tarihinde olduğu gibi mazlumların hamisi, kimsesizlerin sesi olmuştur. Çanakkale’de yatan şehitlerimizin aziz hatırasını yaşatacak bu cesur iradenin karşısına zaman zaman engel koymak isteyenler olsa da, aynı ruh, tüm engelleri aşarak medeniyet tasavvurunun inşası için kararlı adımlarla ilerlemektedir. Şairin “Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın” dediği benzersiz bir kardeşlik ruhuyla hareket eden milli irade, ülkemizde yaşayan tüm etnik unsurların huzur ve güven içinde bir arada yaşamasını temin eden hukukî düzenlemeleri yaparak, toplumsal barışı sağlamaya yönelik ciddî reformlara imza atmıştır. Dün Çanakkale’de bir araya gelmemizi sağlayan kardeşlik ortamında olduğu gibi bugün de ülkemiz, hiç kimsenin etnik kökeni, mezhebi, inancı nedeniyle dışlanmadığı/dışlanmayacağı bir huzur ortamına kavuşmuştur.

Bugün Türkiye, Mogadişu’dan Üsküp’e, Şam’dan Myanmar’a, Doğu Türkistan’dan Bosna-Hersek’e, 18 Mart 1915’te “Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi serhaddi” haline gelen dünya Müslümanlarıyla yeniden kucaklaşarak Çanakkale’de yaptığı gibi “O demir çemberi göğsünde kırıp” parçalamaktadır.

(Star- Açık Görüş, 09 Mart 2014)