TBMM Başkanlık Divanı Üyesi ve Ankara Milletvekili Fatih Şahin’in, Star Gazetesi Açık Görüş ekinde yayınlanan 19 Mayıs’ta Atatürk mü Recep Peker mi Anılıyor? konulu yazısı.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın “19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik Spor Bayramı”nı stadyumların dışına çıkartarak daha sivil ve spora odaklı hale getirme amaçlı düzenlemesi başta CHP olmak üzere malum kesimlerce hemen bir rejim krizi, irtica, gericilik ve Atatürk düşmanlığı olarak yaftalandı. Aslında yapılan işlem öğrencilerin/gençlerin daha rahat bir şekilde sporla tanışmalarını sağlamak ve gençleri ciddi bir yükten kurtarma amaçlı bir düzenlemedir. Fakat böyle olağan bir düzenlemenin bu denli yüksek düzeyli bir tartışmaya sebebiyet vermesi; 19 Mayıs etkinliklerinin ne kadar gençlik ve spor odaklı olduğunu, nasıl ideolojik/düşünsel bir rol üstlendiğini de ortaya koymaktadır. Tartışmalardan da açıkça görüldüğü üzere; gençleri spora alıştırma ya da onlara yakın tarihi hatırlatmanın çok ötesinde bir olgu söz konusudur. Bu olguyu irdeleyebilmek ve anlamlandırabilmek için insanlık tarihine eğilmek ve beşeriyetin başına gelen en büyük facia olan faşizme eğilmek gerekmektedir.
İnsanlığın özgürleşme süreci, insanın dünyadaki yaşamıyla birlikte başlamıştır. Doğaya karşı özgürleşme çabaları tüm medeniyet ürünlerinin asıl dinamizmi olmuştur. Fakat insanın kendi hemcinsine ve kendi benliğine karşı özgürleşmesi daha zor ve uzun bir süre gerektirmiştir. Kadim tüm tek tanrılı dinler, şirke karşı çıkarken aslında insanın bir yönüyle özgürleşmesini hedeflemişlerdi. Çünkü paganizm ve insanın kendi eliyle yaptığına tapması(putperestlik) insanın kendi kendisini köleleştirmesiydi. Tarım devrinin başlamasıyla ortaya çıkan köleci toplumlardaki iktisadi ve siyasi anlamda kölelik, insanın kendi hemcinsine karşı özgürlüğünü kaybetmesiydi. Kendi benliği üzerinden kontrolü kaybetmek yani esaret acıklı bir durumdu. Feodal toplumda insanın toprağa bağlanması köleliğin şekil değiştirmesi olarak görülse de nisbi bir özgürleşmeydi. Sanayi toplumunda emekçi kitleler iktisaden özgür olmasa da siyaseten özgürlüğe kavuşmuşlardı. Yani insanlık tarihi bir yönüyle sürekli bir özgürleşme tarihi için verilen mücadele ve çabalardan ibaretti.
Fakat en acıklı ve katı bağımlılık insanın kendi kendisini köleleştirmesini sağlayan modernist-pozitivizmdi. İnsanın en değerli ve önemli varlıkları olan akıl ve kalbin pozitivist doğmalara teslim edilmesi, ferasetin bağlanması ve insanın enfüsi olarak köleleşmesi anlamına geliyordu. Faşizm tam da bu durumun üzerinde inşa edildi. Bir ideoloji ve doğmanın insanlara dayatılması ve zamanla kamu gücünün yardımıyla bu doğmanın insanlarca içselleştirilmesi demekti bu. Dolayısıyla faşizm insanın kalbi ve beynini devre dışı bırakarak kendi kendisini köleleştirmesiydi. Bundan sonra egemen güce gönüllü olarak tabi olan insan, merhamet, adalet, hikmet ve muhabbet gibi temel insani erdemleri kaybetmekteydi. İkinci Dünya Savaşı öncesi yaşanan facia ve felaketlerin temel nedeni buydu.
Faşizm bunu nasıl gerçekleştirdi? Öncelikle kamu gücünü yani devlet imkanlarını kullanarak, daha çocukluk döneminde insanlara bir bilinci zerk ederek. Eğitim ve öğretimin temel amacı buydu. Belirli doğmalarla yetiştirilen genç nesiller, tamamen militarist bir mantıkla birer makine gibi tasarlanmaktaydı. Eğitim süresince verilen dersler, takip edilen müfredat ve yapılan tüm etkinlikler “belli bir tür ve tipte” toplum inşa amaçlıydı. Yani tamamen kişiliğini, benliğini kaybetmiş “varlığını daha üst bir soyut varlığa armağan etmiş” bir nesil yetiştirmek. “Gözlerini kapatıp, vazifesini yapan” bu nesil, daha sonra ciddi bir askeri eğitimden geçirilerek birer ölüm makinesine çevrilmekteydi.
Bunu en iyi Alman ve İtalyan faşizminde ve Stalin sonrası SSCB sosyalizminde görmek mümkündür. İnsanlığın en acı tecrübeleri bu rejimler altında yaşandı. Scatt’ın dediği gibi devlet, bireyi bir ağaç veya tuğla, toplumu bir orman veya bina gibi istediği şekilde düzenleme, budama ve törpüleme ameliyesine girişmişti. Ağaç yaşken eğildiği için de birinci öncelikli hedef gençlikti. Gençlik “eğitim ordusu” olarak tanımlanırken aslında militarizm hedefleniyordu. Gençlik devletin istediği şekilde estetikten, sanattan, adalet ve merhamet duygularından ve düşünme yeteneklerinden azade bir şekilde eğitilecekti. Yani şekillendirilecek ve düzenlenecekti. Zorunlu eğitimde verilen fireler ise zorunlu askerlik aşamasında hal edilecek ve tüm toplum bir askeri birlik gibi, bir makine gibi emir-komuta içinde çalıştırılacak ve yönlendirilecekti. Sonuç tabi ki faciayla neticelendi. Milyonlarca insan bu iş için öldü ve öldürüldü.
Türkiye’ye baktığımızda ise 1930’lı yılların ortalarından itibaren Şükrü Kaya, Recep Peker ve İnönü üçlüsünün düşüncede Nazi Almanya, siyasal yapılanmada ve hukuki açıdan Faşist İtalya ve ekonomik açıdan sosyalist SSCB modellerini boca ederek Türkiye’ye uygulamaya çalıştıklarına şahit olmaktayız. Tek-Parti rejimi, yoğunlaşan ırkçı söylem ve pratikler, devletçi ekonomi ve devleti önceleyen hukuk sistemi yanında milli eğitim de bu amaçla yeniden düzenlendi. Amaç yeni ulus devletin istediği gibi bir ulus inşasıydı. İnsanları tuğla gibi, ağaç gibi gören bu zihniyetin en büyük ve ilk kurbanları da maalesef gençler oldu. İlköğretimden başlayarak eğitimin her kademesinde tek tür düşünce, yaşam ve davranış kalıpları dayatıldı. Çok partili yaşam bu çabaları akamete uğrattıkça askeri darbelerle her 10 yılda bir aynı çaba yeniden tekrarlandı. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbeleri, İnönü-Peker ve Kaya üçlüsünün ruhlarını diriltme (hayaletlerini hortlatma) çabalarıydı. Bütün bunlar yapılırken, toplumun kahir ekseriyetinin “Gazi” olarak bildiği karizmatik/tarihi şahsiyetin arkasına saklanıldı. 19 Mayıs etkinliklerine baktığımızda bunun Atatürk’ten sonra gençliği faşizme alıştırma amaçlı olarak düzenlendiğini görmekteyiz. Çünkü bir genç olarak 19 Mayıs’ta ne gençliğin ne de sporun hedeflendiğine şahit oldum. 19 Mayıs, gençliği de sporu da bize zehir eden ve stadyumları kışlaya, gençleri de askeri birliklere benzeten etkinliklerdir. Atatürk’ü anma adı altında kaba bir faşizm genç beyinlere zerk edilirken; etkinlik ve gösteriler tam bir yontma, budama, cendereye alma ve yanaşık düzen eğitimi olarak icra edilmektedir.
AK Parti, Cumhuriyet tarihinde ilk defa “Gençlik ve Spor Bakanlığı”nı kurarak gençliğe ve spora ne kadar önem verdiğini ortaya koymuştur. Son 10 yılın bütçelerinde kamu hizmetleri içinde en yüksek kaynak eğitime ayrılırken ilk defa eğitimin alt yapı ve fiziki sorunları bu dönemde aşılmıştır. Okullaşma oranından sınıf mevcutlarına, bedava kitap dağıtımından okulların bilgisayarla donatılmasına, okur-yazar oranındaki artıştan kız çocuklarının eğitim düzeyinin artırılmasına birçok göstergede devrim yapan AK Parti’nin eğitime ne kadar önem verdiği açıkça görülmektedir. Ayrıca sporla ilgili yapılan çalışmalar ve gerçekleştirilen yatırımlar da herkesin malumudur. Fakat AK Parti’nin eğitim ve spora, gençlik ve Atatürk’e yaklaşımı ve bunları algılaması tabi ki İnönü-Peker ve Kaya üçlüsünden temelde farklılık arz etmektedir. Franko İspanyası’nda görüldüğü üzere faşist rejimlerde spor, kitleleri uyuşturma ve gençliğin enerjisini bu alana kanalize etme aracıdır. Hâlbuki spor, dinamizmi, özgürleşmeyi ve sağlıklı yaşamayı sağlayan bir aktivitedir. AK Parti’nin spor politikası, sağlıklı yaşam, dinamizm, özgürleşme amacıyla gençleri ve toplumu spora yönlendirmeyi esas almaktadır.
AK Parti, kendi ideolojisini, kamu kudret ve kaynaklarını kullanarak hele bunu spor gibi bir etkinliği araç ederek gençlere dayatmayı/zerk etmeyi bir cinayet olarak görmektedir. Biz kendi düşünce ve inançlarımızı, ideolojik tercihlerimizi ve yaşam tarzımızı nasıl ki topluma ve gençlere dayatmayı kabul etmiyorsak; aynı şekilde birilerinin de kamu kudret ve kaynaklarını kullanarak ve de buna sporu alet ederek bu işi yapmasını yani köhnemiş, modası geçmiş ve arkaik hale gelmiş bir kaba faşist-militarizmi topluma ve gençlere dayatmasına müsaade etmeyiz. Bunu ne yaparız, ne yaptırırız, ne de birilerinin yapmasına müsaade ederiz. Böyle düşünüp davranırken de, liberal aydınların tavsiye ya da yönlendirmelerinden hareket etmemekteyiz. Çünkü Efendimizin İran Şahı’na gönderdiği elçisine Şah “Sizin peygamber niçin gönderildi?” diye sorduğunda elçi “İnsanları dinlerin tahakkümünden kurtarmak için” diye cevap vermiştir. Bizim medeniyetimizin dayandığı temel değerler, insanları maddi ve manevi özgürleştirmeyi bize vazife olarak yüklemektedir. İnsanları insanların, ekonominin, toplumun, ideolojilerin, doğmaların ve devletin tasallutundan ve dayatmalarından kurtarıp özgürleştirmek AK Parti’nin varlık nedenidir. En büyük hedefimiz, İnsanları özgürleştirmek olduğuna göre Alman-İtalyan faşist tecrübelerinin gençlerimize dayatılmasına müsaade etmeyi kimse bizden beklemesin. Atatürk ise, bu konunun tamamen dışında tarihi bir şahsiyet ve toplumuzun ortak değeri olarak varlığını sürdürmeye devam edecektir.