Sokağın Esas Mağduru; Gençler

Sokağın Esas Mağduru; Gençler

Türkiye, demokrasi tarihinin en önemli seçimlerinden birine doğru ilerliyor. 10 Ağustos 2014 tarihinde 12’inci Cumhurbaşkanımız halkımızın oyuyla seçilecek. Bu seçimin önemi; Cumhurbaşkanımızın halkımızın oyuyla ilk kez seçilecek olması. 12 Eylül darbesiyle “ölüm gösterilip sıtmaya razı edilen” halkımızın, bir kurtuluş umudu olarak Kenan Evren’i Cumhurbaşkanı seçtiğini de zikretmeden geçmeyelim!

Son 12 yıllık siyasî tarihimizin ve 30 Mart seçimlerinin bize gösterdiği bir gerçek var: Sandıkta yapamadığını sokakta yapmak isteyen bir muhalefet anlayışına sahibiz. Ülkemiz için tabi ki yeni bir durum değil bu.

“Neden sokak?” sorusuna Süleyman Demirel’in 12 Ekim 1990 tarihli gazete röportajında verdiği cevabı hatırlayalım: “Sokak, Osmanlı devrinden beri çalışır. 27 Mayıs’ta da çalışmıştır. 12 Mart döneminde de çalışmıştır. Sokak, genellikle iktidar değişiklikleri getirir. Onun için kullanılagelmiştir. 1876’lı yıllarda Abdülaziz’in tahttan indirilmesine kadar giderek, Talebe-i Ülum Hareketleri, daha sonra gençlik hareketi olarak sokağa konulmuştur. Üniversite gençliği olması şart değildir. Bu sokak hareketlerinin arkasından da iktidarlar değişmiştir” Bugünlerde özellikle sokak hareketlerini tahrik ve teşvik eden CHP’nin demokrasi tarihimiz içerisindeki tutumuna baktığımızda, tek parti iktidarı biter bitmez CHP’nin iktidar karşısında sokağı örgütlediğine şahit olmaktayız. Bugünkü manzaraya bakmadan önce Türkiye’de gençlik ve sokak hareketlerinin tarihçesine kısaca bir göz atalım. 1850’li yıllardan itibaren Osmanlı’da, toplumsal hareketlerde üniversite öğrencileri kendini göstermeye başlar. Kuleli İsyanı (1859), Talebe-i Ulum isyanı (1876), Fatih, Bayezid ve Süleymaniye Medreseleri talebelerinin katıldığı gösterilerdir. Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, daha sonra ismini İttihat ve Terakki olarak değiştiren İttihat-ı Osmanî, ideolojilerini özellikle üniversiteli gençlerin talepleri olarak anlatırlar. “Yaşasın Hürriyet, Adalet, Müsavat. Kahrolsun İstibdat, Kahrolsun Zulüm!” İttihat ve Terakki’nin sloganlarıdır. Batılılaşma taraftarı aydın ve bürokratlarla işbirliği yapan İttihat ve Terakki Cemiyeti, askerî ve tıbbiyeli gençleri kullanarak fikirlerini yaymıştır. İttihat ve Terakki’nin, (dış güçlerin de desteğini alarak) nihayet emellerine ulaşmasını sağlayan 31 Mart Vakası da, askerî ve tıbbiyeli gençlerin, değişimin öncüleri olarak ön plana sunuldukları bir isyandır. Darbeyi tertip edenlerden Rıza Tevfik Bölükbaşı hasta yatağında bu gerçeği itiraf etmiştir.

İzmlerin lokomotifi: Gençler

İttihat ve Terakki politikalarına uymayan herkesin, bugün hepimize tanıdık gelen “gerici, eski kafalı, çağdışı ve yobaz” kavramlarıyla yaftalanmaları, 1923-1950 arasındaki gençlik hareketlerinde CHP’nin sürdürdüğü bir politikadır. Tektipçi 19 Mayıs kutlamaları, yerli malı kullanma kampanyaları, “Vatandaş, Türkçe konuş!” kampanyası, Hatay’ın anavatana katılması sürecinde gençler aktif katılımcıdır. CHP, iç düşman olarak gördüğü Komünizm ve İslamcılık hareketlerine karşı gençliği siyaset sahnesinde kullanmıştır. Köy Enstitüleri, Cumhuriyet Okulları ve Halkevleri, CHP’nin toplum mühendisliği yaptığı eğitim kurumlarıdır.

Tek parti iktidarı yıllarında sokakta yapılan her türlü toplantı ve mitingleri millî birlik ve beraberliği hedef alan tehlike olarak gören ve eylemcileri “sokak politikacılığına soyunan okul çocukları” diye niteleyen CHP, çok partili hayata geçtiğimiz 1950 sonrası, sokak politikacılığının merkezine dönüşmüştür.

‘Ordu-gençlik elele’

Siyasî tarihimizde “Beyaz Devrim” olarak adlandırılan Demokrat Parti iktidarı ancak 10 yıl sürmüş, 27 Mayıs 1960 darbesiyle demokrasi inkıtaa uğratılmıştır. Darbenin içinde ve merkezinde olduğu artık tartışma götürmeyen CHP’nin, darbe öncesi sokak çatışmalarını organize ederek, “Ordu-Gençlik Elele” kampanyalarını yürüttüğü herkesin malûmudur. Ruslar’a, “CHP üzerinden gençliği tahrik etmekten vazgeçin” demek için Sovyetler Birliği’ne gitmek isteyen rahmetli Adnan Menderes’in bunu yapmasına müsaade edilmedi. Gençlik tahrik edildi, sokaklar kaos ve çatışma merkezlerine dönüştürüldü, darbeye zemin hazırlandı ve ülkenin başbakanını ve iki bakanını idama götüren kanlı bir darbe süreci başlamış oldu.

Avrupa merkezli gençlik hareketlerinin ülkemizde etkili olduğu 60’lı, 70’li yıllarda Türkiye nüfusunun %60’ı 25 yaşın altındadır. Üniversiteli gençlerin büyük çoğunluğu memur, bürokrat ve asker çocuklarıdır. Türkiye’de yapılan araştırmalar, 1960’lı yılların üniversite gençliğinin özgürlükçü olmaktan çok, otoriter ve elitist özelliklere sahip olduğunu göstermektedir. Bu da CHP politikalarının toplumsal bir yansımasıdır. Dünyayı kasıp kavuran 68 kuşağının ülkemizde politize olmasında, partilerden ziyade sendikalar, örgütler (DEV-GENÇ), fikir kulüpleri, dergiler (YÖN- 1961-67), gençlik kolları etkilidir. 1971 darbesinden önce sokaklara sürülen gençler, darbe sonrasında infaz ve işkence yoluyla cezalandırılır.

1970 sonrası solun kendi içinde bölünmesi, milliyetçi cephe hükümetleri, ülkücü-solcu kavgası, sokak çatışmalarına sürükler gençliği. 1974-80 arasında ölen genç sayısı resmî rakamlara göre 3568’tir.Özellikle 60’lı, 70’li, 80’li dönemlerde gençlerin ellerine silah tutuşturularak istikrarsızlığın bir figürü olarak kullanıldığını, sokaklara döküldüğünü, sürekli kavganın, dövüşün, çatışmanın bir unsuru olarak görüldüğünü, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için, gerek yurtiçinde, gerekse de yurtdışındaki merkezler tarafından kullanıldığını görüyoruz. Zenginliğimiz olan farklılıklarımızın Kürt-Türk, Alevî-Sünnî, Sağcı-Solcu, Laik-İslamcı gibi ayrımlarla çatışma sebebi olarak gençlere dayatıldığını ve ülke gündeminin manipüle edildiğini biliyoruz. 12 Eylül 1980 darbesinde gözaltına alınan 650.000, fişlenen 1 milyon 683 bin, yargılanan 230 bin, idam cezası istenen 7 bin, örgüt üyesi olmakla suçlanan 98 bin 404, sakıncalı olduğu için işten atılan 30 bin kişinin, işine son verilen 3 bin 854 öğretmenin büyük çoğunluğu gençlerden oluşuyordu.

28 Şubat’ta ve son dönemde gördüğümüz gibi, bu hunharca süreçlerin en büyük mağdurları gençlerdir. Canıyla, tahsiliyle, istikbaliyle bedel ödeyen gençler… 1997-2001 yılları arasında yaklaşık 11.000 öğretmen istifa etmek zorunda bırakıldı. 3527 öğretmenin görevine son verildi. İrtica nedeniyle fişlenen öğretmen sayısı; 11.890. Gözaltılar ve işkencelerle, “bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat darbesinin en büyük mağdurları; yine inançları yüzünden bedel ödeyen gençlerdi.

21’inci asırda Türk siyasi tarihinde bir ilk gerçekleşti ve bir parti, ilk kez üç genel seçimden oyunu artırarak çıktı. 12 yıllık bu normalleşme sürecinde sandıkta yapamadığını sokakta yapmak isteyenlerin başvurduğu yöntem yine anti-demokratik teşebbüsler ve gençleri sokağa dökmek oldu. Danıştay saldırısı, Atabeyler operasyonu, Hrant Dink ve Malatya Zirve Yayınevi cinayetleri, e-muhtıra, Dağlıca baskını, Ergenekon, Ayışığı, Sarıkız gibi ülkenin siyasi kazanımlarına ket vurmayı amaçlayan hadiseleri fırsat bilerek hükümeti devirmek isteyenler, yine gençleri sokaklara dökmeye çalıştılar. CHP’nin Cumhuriyet mitingleri, sendika ve örgütlerin her yıl sokak politikacılığı yaptığı 1 Mayıs eylemleri, Türkiye Gençlik Birliği (TGB) bünyesinde yürütülen üniversitelerdeki ideolojik kavgalar, bu minvalde somut örnekler olarak gösterilebilir. Ülkeyi Atatürk’ü sevenler ve sevmeyenler şeklinde tehlikeli bir kamplaşmaya itmeyi amaçlayan Cumhuriyet mitingleri, milletimizin emsalsiz sağduyusu sayesinde akim kalmıştır. 2013 yılı Mayıs ayındaki Gezi Parkı eylemlerinde, masum gençlerin çevre duyarlılığının, siyasî hesap peşinde koşanlar tarafından vandalist bir metotla sokak çatışmasına dönüştürüldüğüne şahit olduk. Ölen vatandaşlarımız, yüzlerce tutuklu, binlerce yaralı ve gözaltına alınan memleket evlatlarımız. Bunların çoğu yine bu ülkenin gençleriydi. Ardından 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk kılıflı siyasî operasyonda da, masum insanların dinî duyguları üzerinden bir başka darbe girişimi planlandı ve sosyal medya kanalıyla gençler üzerinde algı yönetimi çalışmaları yürütüldü. Operasyonun kaybedenleri yine gençlerdi, bu kez dinî duyguları istismar edilen gençler. Gece yarıları beddua seansları, yurttan atılma tehdidiyle Twitter kampanyalarına destek zorunluluğu, psikolojik baskı ve barınma imkânlarından mahrumiyet şantajıyla din adına, ülkenin seçilmiş muhafazakâr başbakanına iftira ve hakaretler içeren broşürlerin kapı kapı dağıtılmasına icbar edilen gençler…

Sandığın rakibi sokak mı?

En son 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde gerçekleşen eylemlere baktığımızda, maksadı üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olanların, gençler üzerinden nefret ve kin dolu bir dili ısrarla sokağa taşıma inadı taşıdıklarını bir kez daha müşahede ettik.

Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve akabindeki genel seçimler öncesi, sokakların yine hareketleneceğini kestirmek zor değil. Gençler bir kez daha, sandıkta elde edilemeyen başarının alternatifi olarak sokak çatışmalarına sürüklenmek istenecekler. Bütün bunlara rağmen, milli ve manevi değerleri muhafaza ederek Türkiye’yi dünya milletler ailesi içerisinde hak ettiği yere taşımayı kendisine görev addetmiş bir gençliğin yetiştiğine de şahit olmaktayız. Gençlik yine değişimin, dönüşümün, yeniliklerin, reformların öncüsü konumundadır. Fakat bu kez sokakta çatışarak değil, sandıkta yarışarak, bilim, teknik ve fende kendini geliştirerek öncülük yapmaktadır. Necip Fazıl’ın Büyük Doğu, Sezai Karakoç’un Diriliş, Nurettin Topçu’nun Hareket, Yedi Güzel Adam’ın Edebiyat ve Mavera Dergisi’nde ektiği tohumlar, Asım’ın Nesli olarak yeşeriyor. İki asırdır yabancı ideolojilerin transfer kanalı olarak kullanılan gençlik, bu kez bin yıllık medeniyet kökleri, inançları ve ideallerinin yeniden dirilişi için başrolü üstlenmiş durumdadır.

Darbeci zihniyetlerin siyasî hesaplarına malzeme olmak istemeyen bu gençlik, siyasî tarihimizin karanlık geçmişini aydınlık yarınlara dönüştürmeye devam ederek umudumuzu artırmaktadır.

(Star-Açık Görüş, 18 Mayıs 2014)